22 Haziran 2013 Cumartesi

you're the best Lee Soon Shin (Korean Drama)

selam dostlar :)
uzuuuuun uzun zamandır bişeyler yazayım diyorum ama yazamıyorum.neyse kısmet bugüne imiş. bugün çok yeni sayılmayan fakat izlenebilecek bi diziden bahsedeyim diyorum :)
uzun soluklu Kore dizilerine başlamayı hiç düşünmemiştim çünkü altyazısı devam eder mi diye hep endişe içindeydim.neyse bu endişemi aman ya İngilizce izlerim diyerek bertaraf ettim ve ön yargımı kırarak Lee Soon Shin'e başladım.
gerçekten de acaba 50 bölüm nasıl olur bizdeki gibi arap saçına döner mi süner mi saçmalar mı felan olaylarını da kafamda bastırmaya çalışarak izlemeye devam ediyorum.
bu dizi neden izlenir?
1-IU için
2-Jo Jung Suk için
3-Korelilerin günlük yaşantılarını biraz daha iyi anlamak için

zaten diğerlerinde de anlamıyor muyduk diye düşünenler için cevap: HAYIR!
ciddiyim çoğunda hep klasik insan figürleri üzerinden hikaye işliyor.hatta her şey masal edasıyla "evet ya işte aradığım aşk" "hem zengin hem de adam gibi adam" falan dedirtiyor.bu dizide aslında çok abartılacak bi olay yok itiraf etmek gerekirse sadece her şeyin masal gibi olmadığını gördüğümüz bi dizi.günlük yaşam vurgusu ve normal insanlar biraz daha ön planda.yine de seyirciyi çekmek için , Türk sinemasında gördüğümüz dramı ve Brezilya dizilerindeki entrikayı bulabilirsiniz. (örnek 1:"ben senin annenim yavrumm!!" örnek 2:"Elizabeth aslında o adamla evli ama çocuk Fernando'dan, Rosalinda'nın saçları rüzgarda nasıl bu kadar ahenklen uçuşuyor?") falan filan yani :D ehü ehü ehehe.

izlenebilecek bi dizi.hafiften konusuna değineyim, sakın romantik komedi diye düşünmeyin çoğu sitede açıklamalarında öyle yazmışlar ama değil.daha çok aile-dram-eğlence.tabi 29 bölüm izledim.bundan sonrasında aşk teması daha artarsa bilemem. klişe olduğu üzere bi kızı seven iki adam var.esas oğlanı seven kötü kız var.esas kızımız biraz ezik.bi de hiç anlam veremediğim sürekli çirkin, başarısız falan diye ailesinde bile yeriliyor esas kızımız IU... yahu delirmeyin abartmayın diyesim geldi.sonra olaylar biraz şekil değiştirince "kız güzelmiş hımmm" falan tarzı bi gidişat seziyorum dizide.
ne kadar spoiler vermeyim diye kastıysam çok üstü örtülü bi anlatım olmuş :D
yavaş yavaş 30 bölüm oldu yani düşünün o kadar yavaş bi "aşık olmadım ama ben bu kızı niye kıskanıyorum acaba?" olaylarına girdik. o yüzden romantizm bekleyenler canım siz bi ötede bekleyin sahne gelince ben çağırcam sizi :D

tabi esas oğlanla kız dışında çok ilginç tiplerimiz var dizide sonuçta 50 bölüm ikisi üstünden yürümezdi.mesela fırıncımız, bi de estetik cerrah doktorumuz,esas kızın ablası ve esas oğlanın kardeşi bu doktor oğlumuza karşı bi abayı yakma durumundalar.yani bi aşk üçgeni de burda var.esas kızımızın ablası ile fırıncı arasında da bişeyler olacak.evde bi babanneleri var yeminle üfff çok itici bi tip ya.bizim öyle babannemiz olsa annelerimiz eve komaz :Pp bunlar çok kıymet veriyor nerdeyse evin reisi.

evde de hiiçç olaylar eksik olmuyo hep bi dram hep bi herkes birbirinden bişey saklamalar "aman ağzımızın tadı bozulmasın Ali Rıza Bey" tarzı olaylar.ama hep  "yeter artık çıkın şu depresyondan" "söyle de kurtul" "bu da ne saklıyosa sanki ne var bunda?" "ya babanne sen bi karışma ya üff bi sen eksiksin" "oğlum doktor sen bu kızın elinde harcanırsın dur etme" tarzı izleyici mantığımla hareket edip "hiii oraya gitme bak öldürecek seni" gerginliğimle ekrandan ayrılmadan izliyorum.

tavsiye eder misin dersen canım, eğer slow motion'a dayanabiliyorsan izlenecek bir dizi.belki de 20 bölümle sınırlı olsaymış olaylar ışık hızında falan masal havasında olurmuş.


paylaştığım gif ve resimlere bakınca heheh yeni bölümü izleyim gideyim de diye düşündüm :))




7 Mart 2013 Perşembe

içime öküz oturdu

ihanet bazen zamansız gelir ve bir daha düzelemez insan...

zamanla geçecek bir şeymiş gibi görünse de, kalp tamir olmayı kabul etmez.çünkü ihaneti kabullenememiştir.böyle durumlarda insan o kadar değişik duyguları aynı anda yaşıyormuş ki "içime bir öküz oturdu" sözü ile o duyguların keşmekeşliğini biraz da olsa izah etmeye çalışıyormuş, yeni anladım.

sözlerin kızgınlıktan deli-dolu bir öfkeye doğru dizginlenemez bir hızla, karşısındakini daha da beter incitsin diye havalanması mı yoksa "kafasını tutsam da duvara vursam" düşüncesiyle yoğrulan baskıcı bir şiddet mi yapıyor bu ağırlığı bilinmez.

bir de affetmeye çalışmak diye bir şey var, insan çünkü unutmaya mahkum ama zorla güzellik de olmuyor tabi, gönül ferman dinlemiyor ya hani o yüzden ne kadar affetmeye çalışsak o kadar affedemiyoruz... bir gün affetsek diğer gün "hayır asla!" diye düşünüyor insan.hatta ihanet gözyaşıyla bile temizlenemez bazen. tabi ihanetin kimden geldiği de önemli; ben mesela mütemadiyen dost kazığı da denilen arkadaş ihanetini yaşarım.diğer türlü aşk ihanetini de Allah kimseye yaşatmasın zaten.
bi de doluya koysak almadığından boşa koysak dolmadığından mı nedir konduramıyoruz. konduramadığımızdan içimizde telaşlı bir saldırganlık birikiyor...ifşa edelim istiyoruz bize yapılmış haksızlığı, bilsin istiyoruz ne kadar yara aldığımızı... habire yazıyoruz, laf çarpıyoruz, susamıyoruz. özür bile dilense artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı gerçekliği de korkutuyor bizi. ama gün gibi meydanda... bitti, dağıldı, öncesi-sonrası belli artık... üzgünüz yıprandık. "ben sana bunu yapmazdım" der gibi karşımızdakine isyanımız."bu yaptığının karşılığını bulup deli gibi pişman ol" der gibi...
ama benden bulma... ben sana yapmayayım senin bana yaptığını...ama o içimdeki öküzü kaldıracak bir şey olsun sana da."benden gelmesin ama seni bulsun inşallah" der gibi...