21 Eylül 2011 Çarşamba

Eylül, Ankara, stress...Kore, Japonya, dizi-film...bocalama

evet okulların açılmasıyla beraber "şimdi yaparım, birazdan yaparım" diye ertelediğim şeyler beni buluverdi.
alttan kalan derslerimle dönem derslerimi ayarlama, hocaları ikna etme çabaları henüz 3. gün olmasına rağmen bu dönemin nasıl geçeceğinin habercisi....
dekanla görüşmelerim ve zor da olsa 15 ders 30 krediyi verebileceğim kanaatiyle gerçekten yorucu günler geçirdim.
ama Ankara'nın güzel yanları da var tabi...arkadaşlarım...manevi destek...yine de annemin babamın dizi dibinde okumayı tercih ederim...ne de olsa sorumluluğu en aza indirirdi öylesi^^ çünkü bana tembellik olsun da ne olursa olsun....




neyse ve bu sene çok severek yaptığım şeylerden vazgeçmek zorunda kalacağım veya en aza indirgeyeceğim.
neden ama neden??? 

sadece kendim için...
bu dersleri sallamadan geçmek için...
ve yazın ödül olarak biraz seyehat etmek için...

 hihhiihhhhiiiii

biraz zor bir maroton olacak ama değecek inş.

hayallerime kavuşmak için şurda 2 sene kaldı bi şekilde bitecek zaten...
varsın iyi bitsin...

Japonya ve Kore'den biraz uzak kalabilirim...
dünyadan bi haber yaşadığım "inek mod=on" günlerime dönmek zorundayım...
dizi ve film takiplerim seyrelecek ve
 laboratuvar derslerinde yine kafayı yedirtecek bana asistanlar....

yine de teselliyi uykuda bulabilirim...
ama!!!
bu asla kaçamak yapmayacağım anlamına gelmez... 

3 Eylül 2011 Cumartesi

'zaman'sız...

çok beklediğimiz şeyler için bazen zaman geçmek bilmez....
ya da yapacak çok şey varken asla yetmez...işte öyle bir kelime zamansız...
çünkü saatler veya günler her neyse işte, aslında olduğu gibi akıyor...
hiç güne erken saatte başladığınız oldu mu? 5-6 sularında...
ben o vakitler güne başladım mı geceye doğru sanki sabah yaşadıklarımı dün yaşamışım gibi hissediyorum...
zaman bereketleniyor adeta...çoğalıyor...
ama çoğu zaman-özellikle de yazları- öğleden sonra uyandığım için sanki hiç bir şey yapmamış gibi hissediyorum...geceyse ayrı bir güzel uykusuz...her şeyin bir tadı var tadımlık olsa da :D

neyse bayramın son günü memleketteydim...Sivas Gürün.... Gökpınar denilen mükemmel manzaralı gölde piknik yaptık. vakit akıp geçti...ve oraya gittiğimde yaptığım klasik şeylerden biri olan nehirde yürümek suya ayak sallandırmak vs. gibi şeylerden hava serinlemesine rağmen vazgeçmedim.
Gökpınarın suyu buz tutmadan hemen önceki sıcaklık gibi...ayaklarını ilk soktuğunda acı çekiyor insan...kan adeta palazlanmış gibi çıkıyor ayaklardan yukarı...ama devam etmek istiyorsun...bir müddet daha daldırıyorsun çekiyorsun ve baştan aşağı bir ürperme sarıyor vücudunu...
beş dakika içinde soğukluğa alışıyorsun...pantolonların paçaları ıslanmış bir halde nehrin içinde hızlı akıntıya karşı yürüyorsun sığ bir yerde beklemek için....
vee o hissi seviyorsun :D
çocukluğumu hatırlatıyor bana...
Gürün yolu da her zaman ki gibi inişli çıkışlı...
ben küçükken dayımın broadway i ile giderdik Gürün'e her sene....
tam 11 kişi broadway in içinde...
4 ebeveyn ve 7 çocuk....
ama hiç sıkıştığımı hatırlamıyorum...camdan sarkmak, rüzgarı hissetmek, annenden doğduğundan beri arkadaşın olarak kaydedilmiş, sanki hazır çorba gibi kuzenler...yani eğlence!!!

konaklamak ve çocukluğun verdiği inanılmaz heyecanla saçma ama tatlı çekişmelerle yolculuk...
şimdi bana sorsan broadwayden geniş otomobil yoktur :D

ve Gürün yolu kuzenlerle bir başka tatlı...şimdi tabi bu biraz sınırları zorlamak olurdu...ne de olsa hepimiz BÜYÜDÜK...
ağaca salıncak kurmak ve telaşsızca mangal hazır olana kadar oynamak, ıslanmak...
sanırım her zaman özleyeceğim ve günün birinde anne olursam çocuklarımın da aynı güzellikleri yaşamasını isteyeceğim bir tomar anı bunlar...

neyse bu kadar bahsetmişken bir kaç resim koyalım belki yolun düşer de gidersin...