29 Aralık 2011 Perşembe

ben pahalı hayalleri olan fakir...
düşlerime sponsor arıyorum...



20 Aralık 2011 Salı

'an'ı yaşayan varsa...

yani nedir bu felsefe hiç anlayamıyorum anlayamayacağım...
ben hep kendi hayatımın figüranı oldum çünkü...
ne zaman kontrol etsem hiç bi zaman ne tam yapmak istediklerimi yapabilmişim ne de yapmakla yükümlü olduklarımı...
sürekli karıştırmışım....biraz ondan biraz bundan derken...kafa bulanması, fikir çatışması ve çelişkilerle dolu bi süreçte yaşadığımı anladım...
anlıyorum ama her şeye elimi attığımdan hangisine doğru düzgün devam edeceğimi seçemiyorum...
aç gözlülükle ona buna saldırıp zihnimde ufacık bir "yoğunlaşma" olayına bir türlü vakıf olamıyorum...

zihnim benden önce kendi bulamaçlı yollarında bi türkü tutturuyor, arada halay çekmesi mi dersin, kafa sallaması mı, bir o yana bir bu yana yatması mı...derken derken bi curcuna bi keşmekeş...o sırada zaten ikindi sonrası gibi kapalı olan düşüncelerim bu curcunaya daha fazla dayanamayıp "öğğğyyykkk" diyerek karanlık yanlarını kusuveriyor...

sonrası kendimi zihnimde kaybediyorum...kimlik bunalımı mı?? hayır...yani öyle olmamasını umuyorum...
gelecek kaygısıyla karışık tembelliği nasıl korurum yolları diyorum ben kısaca.
vee tabi böyle bir yol olmadığı için...en azından para yokken böyle bir yol inşa edilemeyeceği için, hafakanlar basıyor....afakanlar da olabilir tabi hatta atakanlar olsaydı da olurdu...

neyse işte öyle bir ruh hali içindeyim...
finaller yaklaştı ya ondan mıdır nedir?
bi de grip olmuşum üstüne afiyet, hastalık da iyice beni mahsunlaştırdı, daha bi yalnız hissediyorum.
az daha iç dökersem ağlayabilirim de...
ağlarsam susmak bilmeyebilirim de...
zaten sinüslerim dolu, başım ağrıyabilir de...
kimse beni dizinde sallamaz artık büyüdüm diye de...
kima nazlanayımm bilemedim...




16 Aralık 2011 Cuma

kedi canımı benim yaa ^-^v

bugünlerde çok depresif takılmaya başladım...
sebep nedir efenim??
tabi ki okuldaki başarısız sınavlarım... her ne kadar süreçte elimizden geleni yapmış olsak da sonuç başarısızlık...
ve dünya üzerinde niyet değil amel önemli olabiliyor...
dindeyse tam tersi ameller niyetlere göre biliyorsun...
konuyu dağıtmayayım....

e be kızım sen de ne diye düşük notlar alıp duruyorsun?
bilsem...
yani belki biraz zihnim başka şeylerle dolu olduğu için kendimi derslere tam veremiyorum...
çok ıvır zıvırla uğraşıp ders çalışmayı sevmediğimden okuduklarımı aklımda tutamıyorum...
ama bunun bi hal çaresini de bulamıyorum........

başarısızlık yakama illet gibi yapıştı kurtulmak istiyorum ama acayip korkuyorum derslerden...
hangisinden başlayacağımı bile bilmiyorum 14 dersten....
yorgunluktan sürmenaj bile olmuş olabilir...
 dikkat dağınıklığı ve gün boyu sarhoşluk da cabası....
ne sarhoşluğu?? O.o içmeden sarhoş derler ya... uykusunu alamayıp gece boyu rüya görmekten...
sayıklamak da eşantiyon...



13 Kasım 2011 Pazar

49 gün~herkesin isteyeceği o 'bir şans daha?' olayı

~spoiler uyarısı~spoiler sayılabilir de sayılmayabilir de.

uzun zamandan beri ilk kez uzun bir şey yazacağım sanırım....
bu sıralar tam da artık kendimi derslere vermem gerek dediğim zamanlar....
aslında '49 days' başladığından beri dizinin ilk 8 bölümü indirmiştim.sonradan izlenecekler listesindeydi.
devamını indirmemiştim araya başka diziler girmişti vs...
neyse bayramda canım o kadar sıkıldı ki...hiç bir şeye gönül veremedim...

ne yapsam ne etsem??? en iyisi mi hadi şu diziye şöyle bir başlayım sıkılırsam bırakırım...
sıkılacağımdan nerdeyse emindim ^ ^

aaaa ne ilginç konusu yahu~~ beni sarmaya başladı...
-neymiş konusu duyalım bakalım...
-şimdi bi kadın var...aslında 3 esas kadın var :D tuhaf bir kaza sonucu çakışan hayatlar diyeyim ben sana çok basit tabiriyle...biraz fantastik tabii ama ne de olsa alacakaranlık, harry potter, vampire diaries vs... gibi film ve dizileri sevdiğim için bunla da aramda sorun olmayacağını hemmen anladım :D tabi ruh bekçisi denilen adamı beğenmemin bunla hiç alakası yok :D ya da Han Kang <3

her neyse kadının hayatına devam edebilmesi için 49 günlüğüne başkasının bedeninde kendisi için gerçekten ağlayanlardan 3 tane saf gözyaşı bulması gerek...
entrikalar, aldatmalar, sırttan bıçaklanmalar... bi de babasının beyninde tümör yok muymuş??aaaa :D

ve bi de liseden beri kadını seven bir adam var. olay örgüsü benim anlattığım gibi tek düze değil tabi...
her bölümü heyecanla takip ederek iki gece üstüste sabahladım denebilir...ve beni böyle sarıp sarmalayan bir dizi izlemeyeli de çok olmuştu....

hala devam etmekteyim...normalde yüksek çözünürlük takıntım olmasına rağmen nasıl bir meraksa beni netten izlemeye zorladı...standartlarımdan ve prensiplerimden taviz verdim...oyyyyy
 

bi kaç foto madem...



ruh ve beden
Ji Hyun ve Yi Kyung 


ruh ve bekçisi :))




ruh bekçisi,ruh, beden....
bu Han Kang :))) saranghae Han Kang :))
esas kızın(ruh) liseden beri aşığı (platonik)
entrikadan sorumlu ikili :))
Han Kang ve beden :)) kıza beden demek biraz abes tabiii
dizide 2. başrol yani farklı bir hikayesi de var...gizemli bi tip
-aslında ruh bekçisi kızın sevdiği adammışşş
 -hadi yaaa
Han Kang la ruhumuz liseden arkadaş
ama kız hiç bişe çakmamış :D

7 Kasım 2011 Pazartesi

bayram

hala bir yanımız hüzünlü olmasına rağmen...
bayramın atmosferi ruhumuzu ve insanlığımızı tekrar canlandırmak için bir fırsat belki...
iyi ki müslümanım....
herkese iyi bayramlar...unuttuğunuz duyguları yeniden yaşarsınız inş. :)

10 Ekim 2011 Pazartesi

eczacı

bu eczacı adayının mesleki değerlendirmelerini okuyun ve "diplomalı bakkal" hangi badirelerden geçiyormuş görün...

efenim beni bu çetrefilli yola ne sürükledi tam olarak bilemiyorum...
belki ilk tercih ettiğim yıllarda kazanç...
ya da çalışma ortamı rahatlığı...
ama gel gelelim seneler geçtikçe zaten hafif olan ilgimi de kaybediverdim...çok değerli(!) hocalarım öpüyorum sizi....
her neyse...
bu konuya değinmemin bir nedeni de bugünkü "ilaç araştırma ve geliştirme" seçmeli dersimdi...
bi profesör ancak insanı mesleğiyle ilgili bu kadar karamsarlığa sürükleyebilirdi, sağolsun elinden geleni ardına koymadı...
neden mi?
son zamanlarda eczacılık alan açısından gelişmeye başladı, şöyle ki eczane eczacısı, hastane eczacısı ve endüstri eczacısı...bi de klinik eczacılık var ama henüz ülkemizde tam olarak gelişmiş ve yaygın değil...


ve yine son zamanlarda eczacılık fakültelerinin sayısı arttı, tabi ki kontenjanlar da paralel şekilde artış gösterdi.
mesela bizim dönemden önce 80 kişi olan kontenjan benim dönemimde 120 ye çıkarıldı ve bu sadece benim fakülteme has bir durum değildi.böylelikle potansiyel iş imkanları sınırlandırılmış oldu.(devletin ilacı markete indirme fikrini saymıyorum bile)


ayrıca eczane açanların kazancı ve açacakların da yer şansı azalmış oldu.
hastane eczacılığı devlet sektöründe olursa elbette kpss ile girilebilen ve an itibariyle-ki bu bize hocanın söylediği şey- açık alan olmayan bir tercih...
hocanın dediğine göre ilk defa bir devirde eczacılar işsiz kalmış. ne kadar içaçıcı bir durum...


benim gibi "zaten mezun olunca eczane açsam nasıl dört duvar arasında çalışırım senelerce?" diye düşünen ve hala sonunda ne yapacağına karar vermemiş birisi için ne kadar yol gösterici oldu tahmin edersin....

endüstri eczacılığı denen şey de tahmin ettiğin gibi ilaç fabrikalarında ruhsat sorumluluğu veya üst düzey yönetici tarzı bir şeyler...mesul müdürlüğü....
ama bunun için de yüksek lisans yapmak şartmış yoksa yükselme imkanı yokmuş....
ve efendim hocaya kalırsa ciddi olarak düşünmeden doktoraya da başlamamalıymışız...çok zorlanırmışız....


biz 5 sene okuyarak güya avrupa standartlarında mezun oluyoruz ve doktoraya yüksek lisans yapmadan başlamak yasal hakkımız ama 5 sene boyunca ne öğrendik ki yeterli olalım???(onca bitkisel içerik, kimyasal formül, anatomik ve latince bilgi... her biri 3'er saat süren işkence gibi laboratuvarlar vs tabiki boşa gitmiş!!)
hocaya göre yeterli de olamıyormuşuz ve ona gelen doktora öğrencileri önce yüksek lisans yapmak istiyormuş.....



tamam da hoca biz ne yapalım şimdi??? 4.sınıfız artık dönüşü de yok yani....
tüm hayatımı geleceği olmayan bir mesleğe mi adadım??? ya da her neyse...

eğer hocayı dinlesem Japonya'ya gitme fikrinden de vazgeçmeliymişim....
nasıl bir eğitmen acaba insanı hayallerinden vazgeçmeye teşvik edebilir???

nasıl bi okulda okuduğumu anladın mı??? çok karamsarım bu konuda....


şimdilik kararım şu: "kafanın dikine git!!" sadece öğrenmek için kafa yoracağım zevk almaya çalışacağım....


insan mesleğiyle eşini iyi seçmeli ya işte bu yüzden....ikisi de bir ömür seninle olacak....

7 Ekim 2011 Cuma

kimim ben?

hayalkırıklıklarıyla dolu seneler...
bitmiş arkadaşlıklar...
menfaate dayalı ilişkiler
bitmek bilmeyen sıkıcı ve karmaşık dersler...
her kafadan bir ses...
verdiğim tepkileri, hayat tarzımı, insani vasıflarımı ölçüyorum biçiyorum,
yıllardır tanıdığımı sandığım kendimi tanıyamıyorum...
geriye kafamda sorular ve diz boyu umutsuzlukla ben yalnız kalıyorum...
ve bu durum hayatımdaki en sıkıcı nokta...
kurduğum her hayalin aslında sadece kendimi oyalamak için olduğunu anlıyorum...
gerçekleşmeyeceğini, gerçekleştirecek zamanımın ve gücümün olmadığını farkediyorum...
kendi iç dünyamı sırtlanıyorum ve yuvarlanıyorum yokuş aşağı...
bir çizgi...
yaşamla ölüm arası...
bir çizgi...
hayal ve gerçek
bir çizgi...
delilikle akıllılık...
bir çizgi...
cennet ve cehennem...



ben nerdeyim? bilmem...

3 Ekim 2011 Pazartesi

~amaçsızlaşmak~

bazen durup dururken beni bir karamsarlık sarar...hiç nedensiz demiyorum tabi...
sevdiğim birinin sıkıntısı bile bana yük olur zaman zaman...
umutsuzluğa kapılırım böyle anlarda...
bugün de böyle duygularım zihnime firar etmişti.
okuduğum okuldan dolayı ve bazı "aslında dert etmeye değmez" türünden ufak,hafif, günlük huzursuzluklar birden bire çaya gelmiş gibi bir baskınla gelince, ortalığı toplamadan kapıyı açmak zorunda kalıyorum.sonra da kıyıdan köşeden bulduğum fikir ve bunalım parçalarını daha sonra katlamak üzere dolaba tepiştiriyorum.
bu dağınık çamaşırlarım zaman zaman dolabın kapağından taşarak, kahvenin ateşi söndürmesi gibi tüm umutlarımı söndürüyor.
tabi benim yaşımda birinin toparlanması uzun sürmez...en azından farklı alanlarda pek çok şeye ilgim var.
ama o umutsuzluk anlarında ağlamak istiyorum yapamıyorum.bazen kendi gözyaşlarım bile bana ihanet ediyor....
neden burdayım diyorum...annemi babamı özlüyorum.
hatta dizi izlemek bile beni kesmiyor.o kolleksiyonunu yaptığım aşırı hd dizileri bile gözüm görmez oluyor.
"yalan dünyaa herşey bomboş hancı sarhoş yolcu sarhoş" modunda bi müddet gezinip etrafımdakilere
"çok sıkıldım aman nasıl bunaldım...çok sinirliyim içim daraldı..." deyip onları da benimle beraber zihnimin karanlığına çekmek istiyorum.
bazen de anlaşılmak istiyorum insanlar tarafından...sadece bakışımla...ama ben anlıyor muyum bakışlardan ki??
sadece annemin sinirli bakışlarından anlarım ben :D
herşeyi Yaradan sana bi amaç vermiş...bu sene burda olman yeni biriyle tanışacağın içindir belki...
o kişi hayatını değiştirecek kişi olabilir....
avunuyorum avutuyorum kendimi...
dış etkenlere bağlı ruhsal yaşantıma yol çiziyorum...
iki gün sonra hadiii yelkenler fora!!! savruluyorum bi daha :)

21 Eylül 2011 Çarşamba

Eylül, Ankara, stress...Kore, Japonya, dizi-film...bocalama

evet okulların açılmasıyla beraber "şimdi yaparım, birazdan yaparım" diye ertelediğim şeyler beni buluverdi.
alttan kalan derslerimle dönem derslerimi ayarlama, hocaları ikna etme çabaları henüz 3. gün olmasına rağmen bu dönemin nasıl geçeceğinin habercisi....
dekanla görüşmelerim ve zor da olsa 15 ders 30 krediyi verebileceğim kanaatiyle gerçekten yorucu günler geçirdim.
ama Ankara'nın güzel yanları da var tabi...arkadaşlarım...manevi destek...yine de annemin babamın dizi dibinde okumayı tercih ederim...ne de olsa sorumluluğu en aza indirirdi öylesi^^ çünkü bana tembellik olsun da ne olursa olsun....




neyse ve bu sene çok severek yaptığım şeylerden vazgeçmek zorunda kalacağım veya en aza indirgeyeceğim.
neden ama neden??? 

sadece kendim için...
bu dersleri sallamadan geçmek için...
ve yazın ödül olarak biraz seyehat etmek için...

 hihhiihhhhiiiii

biraz zor bir maroton olacak ama değecek inş.

hayallerime kavuşmak için şurda 2 sene kaldı bi şekilde bitecek zaten...
varsın iyi bitsin...

Japonya ve Kore'den biraz uzak kalabilirim...
dünyadan bi haber yaşadığım "inek mod=on" günlerime dönmek zorundayım...
dizi ve film takiplerim seyrelecek ve
 laboratuvar derslerinde yine kafayı yedirtecek bana asistanlar....

yine de teselliyi uykuda bulabilirim...
ama!!!
bu asla kaçamak yapmayacağım anlamına gelmez... 

3 Eylül 2011 Cumartesi

'zaman'sız...

çok beklediğimiz şeyler için bazen zaman geçmek bilmez....
ya da yapacak çok şey varken asla yetmez...işte öyle bir kelime zamansız...
çünkü saatler veya günler her neyse işte, aslında olduğu gibi akıyor...
hiç güne erken saatte başladığınız oldu mu? 5-6 sularında...
ben o vakitler güne başladım mı geceye doğru sanki sabah yaşadıklarımı dün yaşamışım gibi hissediyorum...
zaman bereketleniyor adeta...çoğalıyor...
ama çoğu zaman-özellikle de yazları- öğleden sonra uyandığım için sanki hiç bir şey yapmamış gibi hissediyorum...geceyse ayrı bir güzel uykusuz...her şeyin bir tadı var tadımlık olsa da :D

neyse bayramın son günü memleketteydim...Sivas Gürün.... Gökpınar denilen mükemmel manzaralı gölde piknik yaptık. vakit akıp geçti...ve oraya gittiğimde yaptığım klasik şeylerden biri olan nehirde yürümek suya ayak sallandırmak vs. gibi şeylerden hava serinlemesine rağmen vazgeçmedim.
Gökpınarın suyu buz tutmadan hemen önceki sıcaklık gibi...ayaklarını ilk soktuğunda acı çekiyor insan...kan adeta palazlanmış gibi çıkıyor ayaklardan yukarı...ama devam etmek istiyorsun...bir müddet daha daldırıyorsun çekiyorsun ve baştan aşağı bir ürperme sarıyor vücudunu...
beş dakika içinde soğukluğa alışıyorsun...pantolonların paçaları ıslanmış bir halde nehrin içinde hızlı akıntıya karşı yürüyorsun sığ bir yerde beklemek için....
vee o hissi seviyorsun :D
çocukluğumu hatırlatıyor bana...
Gürün yolu da her zaman ki gibi inişli çıkışlı...
ben küçükken dayımın broadway i ile giderdik Gürün'e her sene....
tam 11 kişi broadway in içinde...
4 ebeveyn ve 7 çocuk....
ama hiç sıkıştığımı hatırlamıyorum...camdan sarkmak, rüzgarı hissetmek, annenden doğduğundan beri arkadaşın olarak kaydedilmiş, sanki hazır çorba gibi kuzenler...yani eğlence!!!

konaklamak ve çocukluğun verdiği inanılmaz heyecanla saçma ama tatlı çekişmelerle yolculuk...
şimdi bana sorsan broadwayden geniş otomobil yoktur :D

ve Gürün yolu kuzenlerle bir başka tatlı...şimdi tabi bu biraz sınırları zorlamak olurdu...ne de olsa hepimiz BÜYÜDÜK...
ağaca salıncak kurmak ve telaşsızca mangal hazır olana kadar oynamak, ıslanmak...
sanırım her zaman özleyeceğim ve günün birinde anne olursam çocuklarımın da aynı güzellikleri yaşamasını isteyeceğim bir tomar anı bunlar...

neyse bu kadar bahsetmişken bir kaç resim koyalım belki yolun düşer de gidersin...







23 Ağustos 2011 Salı

gerginim....

şu anda elimde imkan olsa değil şehri bu ülkeyi hatta dünyamı değiştiririm...
neden??
çünkü evde sürekli bir "aman kime bir şey desek de canını sıksak" moduyla dolaşan ebeveynlerim var!!
tabi bu canı sıkılacak kişi çoğunlukla benim...çünkü kardeşim sahura kadar eve uğramıyor, evde olduğunda da odasına kapanıyor...neden acaba??
benim kapanacak bir odam bile yok....
çünkü ben bu evden okumaya diye çıktığımdan beri, gelin kız nasıl evden çıktığında odası vs..geriye kalan eşyalarıyla evden soyutlanıp da artık başka bir ailedenmiş muamelesi görürse aynen ben de ona maruz kalıyorum...hem de yıllardır...neyse dedim ses çıkarmadım...portatif tabir edilen bildiğin döşekle yorganımı o oda senin bu oda da senin ama biraz kalayım şartıyla ordan oraya taşıdım, taşıyorum...
ama bavulum bile yük benim...
kedilerin bile odasının olduğu evimizde benim şahsıma munhasır hiç bir şeyim yok maalesef....

ait olduğum yer yok demiştim ya bundan işte.......
babamın benim "biraz ders çalışayım" sözümden sonra kafayı benim ders çalışmama takması da ayrı bir dert
yahu adam ben çalışayım demesem senin aklının ucundan geçmezdi böyle bir şey!!!
annemin de
"evet çıkardın bavulu da ayağıma dolaşıyor" diyerek eşlik etmesi benim 'yuvarlanıyoruz işte' tabir ettiğim günümün bardağı taşıran tarafıydı.

bavul nerden ve neden çıktı?
cevap: bavul içinde çok kıymetli ders notlarım olduğu için tarafımdan dolabın en yüksek rafından binbir zahmetle çıkarılmıştır.ola ki canım ders çalışmak ister.

peki neden yerine konmadı?
cevap: çünkü yerine daha büyük bir bavul konularak, öylesine ayrılmış yeri de elinden alındı ve bu zahmete de bir daha giremezdim.o yüzden yatakla dolap arasında bir yerdeydi.

ve işin tarjik tarafı da annemin benim arada bir de olsa ders çalıştığımı görmesine rağmen sanki çalışmıyormuşum gibi bana yüklenmesi...
şakayla karışık bi lafı bir kaç kez duyunca tabi...onun aslında şaka olmadığını anlarsın ya...
benim zaten evden çıkmadığım için sinirlerim aşırı yıpranmış durumda bir de üstüne siz gelmeyin...
ve patladığım an
"zaten beni bi sığdıramadınız şu eve!!"

baba ders çalışırım veya çalışmam, kusura bakma ama daha tatildeyiz.ben sırf gardımı alıyorum bir dahaki seneye diye ve alttan bir sürü dersim var diye bana ilkokul çocuğu gibi
"dersine çalış" demekten lütfen vazgeç!!

çünkü ben senden daha fazla düşünüyorum...canım senden daha çok sıkkın şu anda...annemle bir olup beni sürekli çileden çıkarıyorsunuz!!!
size bir şey söylemeyince somurttu oturdu, söyleyince aman kimse burnundan kıl aldırmıyor oluyoruz...ne yapacağımı şaşırdım...bu yaşımda ergen sendromları yaşatıyorsunuz....konuşacak kimsem olmadığı için de şu an öfkemden kuduruyorum...çünkü size bir şey demeye gelmiyor...sizi asıl anlamayan benim!!!

hiç bir şeye heves bırakmadınız...sağolun...


21 Ağustos 2011 Pazar

Kakashi Sensei kopyalama yöntemiyle çizim (sharingan!!!)

bu sıralar Naruto'ya taktığımı söylemiştim...
hele de Kakashi Sensei :D sensei Japonca'da öğretmen, doktor vb.. alanında uzman kişiler için kullanılan bir ünvan...

 

biraz da olsa benzemiş değil mi? :D ekrana bakarak çizdim işte :D
isim benzerliğimiz de ayrı bir olay....KaKASHİ :D gerçi ben bu ismi seçerken ilk Japon dramamdaki karakterin gerçek isminden seçmiştim... kashiwabara :D
kısaltması da sempatikti hani kaSHi :) neyse işte öyle bir şeyler....

12 Ağustos 2011 Cuma

bir animeye dokundum...

[anime: Japon çizgifilmi diye özetlenebilir. bana kalsa Japon dizilerine bile konu olduğuna göre aslında çizgilere can  verme de diyebiliriz.]

 bir animeye dokundum...
anime de bana dokunmuş olabilir...
içimde bir yerlerde unuttuğum duyguları mı ortaya çıkardı bilinmez, gecenin bu saatinde beni gözyaşlarına boğdu.
öyle ki kendimi az daha kaptırsam hıçkırarak ağlardım da...
o kadar da dramatik değil...konusu benim duygularımla tezat...
ama!!
sanırım artık unuttuğum hatırlamak istemediğim...ya da hatırlatacak bir etkenin olmadığı öyle değişik ve "çocuksu" duygularıma hitap etti ki ağladım...dayanamadım...
"çocuksu" derken...çocuğu kapsayan her şeyi kastediyorum...masumiyet...inat...inanç...
bütün duygular çocukta en katıksız haliyle yaşanmaz mı? korku, sevgi, bağlılık, mızıkçılık adı verilen bana göre o devrin ihanetinin...çocukta anlam kazanmasıyla ve aklı meşgul etmesiyle bizimki bir mi??

her neyse fazla derine dalmadan ismini söyleyelim merak etmiş olabilirsin...
NARUTO bölüm 19...


aynı isimli mangadan uyarlanmış...aslında eski bir anime sayılabilirdi hala devam ediyor olmasaydı...
dünya çapında büyük hitlerden...
şimdiye kadar çok bölüm olduğu için başlamamıştım...1.sezon 220 bölüm 2. sezonu bilmiyorummm...
neyse keşke dediğim bir şey...keşke daha önce başlasaydım...eğer ilgileniyorsan sana tavsiyem başla...zevk alacağın bir anime olur...

neyse sahur bitmek üzere...şimdilik bu kadar...

ps: [Somali'ye yardım kampanyaları devam ediyor ama paramız gidiyor nasılsa diye duayı kesmeyelim...her daim dua ile...]

6 Ağustos 2011 Cumartesi

ait olduğum mekan :)

başlığa bakıp da kafan karışmasın...ait olduğum mekan yok benim...
Ankara'dan henüz döndüm klavyenin tozunu dumanına katarak hemen blogumu ziyaret edeyim dedim.
senin de dahil olduğun izleyicilerimde bir artış olmuş sevindim...
neyse...Ankara her zamanki gibi dışı seni içi beni yakan cinstendi...
ne de olsa siyasi bi şehir....
ev arkadaşlarım beni gördüğüne çok sevindi tabi ben de onları...
belki onların beni görme sevinci onlara götürdüğüm yüksek çözünürlüklü Kore-Japon dizisi koleksiyonumdan kaynaklanıyor olabilir :P

ama bir tanesinin dün akşam söylediği şu söz beni mutluluğun bi basamak üstüne taşıdı.
"hayatım senden öncesi ve senden sonrası diye ikiye ayrılıyor"

birinin hayatının dönüm noktası mıyım?? :D elbette abartılmıştı ama bir arkadaştan duymak isteyeceğin türden birşey....

vee... başlığın içeriğine dönecek olursak...nereye gitsem yüreğim beni başka mekanlara sürükleme isteğiyle dolu...orası da benim evim burası da...orası da benim evim değil burası da...
 bu kafa karıştırıcı ve ne istediğini bilmez benliğimle seyahat etmek de seyahatten dönmek de başka bi yorucu...
uzun zamandır idrakinde olduğum şey ise benim ait olduğum bi yer yok...
ait olduğun bi yer olmayınca acaba hayat daha mı kolay olmalı zor mu?

üstelik annemden ilk golü de yemiş bulunuyorum hali hazırda
"ee sen hiç değişmemişsin, yine internetin başına oturdun hemen!!!"
nasıl bir değişiklik bekliyordun anne acaba şu 5-6 günlük yolculuğumda...duyan da umreye hacca gittim de ihya olamadım sanır :D

sadece kafa dağıtmaya gitmiştim. ve anladım ki benim kafam zaten dağınık....
annem de toparlamaya gittim sandı heralde :)) üzgünüm anne daha uzun yol katetmem gerek...
Ramazanı belki bir fırsat olarak değerlendirebilirim...
ben burda yokken Ramazana başladığımız için Ramazanını tebrik edemedim güzel kardeşim....
hayırlı Ramazanlar...
duandan bizi de mahrum etme....

31 Temmuz 2011 Pazar

Ankara zamanı!!!

okullar açıkken hep eve kaçmak isteyen beni bir Ankara sevdasıdır tuttu.
sebebi ise gayet açık...özerklik...evet ebeveyn yanında rahat edememe ve özgürlüğünün kısıtlanmış hissedilmesi...
kimsenin hayatıma karışmamasına o kadar alışmışım ki artık bir lafı iki kere duyunca baskılanmış hissediyorum...
ergen sendromlarım bu yaşımda mı kendini gösterecekti...
içimden sesler hep bir ağızdan konuştuğu için bazen kendimi bile anlayamıyorum...
yani doktora gitmeme gerek olmadan kendime bir "havadeğişimi" yazdım...
Ramazanla birlikte artık bu internete yapışık asosyal yaşantımdan bir nebze olsun sıyrılma umudum da var....
Ankara ya gitmeliyim....ama hemen dönceğim inşallah...çünkü ordan da bıkıyorum...
bir aşık olamadık arkadaş yaa....aşık olsak en azından hayatımıza bi renk gelirdi bi sevinirdik....bi umudumuz olurdu...
içimden gelen dürtülerle yaşayan biri olup çıktım ve nerdeyse bana engel olacak şeyleri zihnimde geri plana itip kafesledim(küfesledim de olur.:))

neyse bugünlük bu kadar olsun Ankara'da nete erişme imkanım olmayacağı için döndüğümde görüşürüz inş.

...ve Ankara'ya gittiğim için Nisa Ercan hanımcığım sizi fazla bekletmek istemeden bir kaç fotomuzu paylaşıyorum.

bu Soyka...(erkek) Oğluş diye de çağrılıyor :D

Karamel...bildiğin :)


her kedi gibi kuşlarla yakın ilişkisinden dolayı gününün bir kısmını yangın merdivenine bakarak geçiriyor...(kış)

neyse canlar dediğim gibi bir süre yokum...çok kısa bir süre...
kendinize çooohh iyi bakın :))

28 Temmuz 2011 Perşembe

ilginç!!...

gün geçmiyor ki yeni bir gariplik yaşanmasın sayın seyirciler....
hehhehe ^^
dün heartstrings(gönül telleri) isimli Kore dizisini izlerken, hani şu bahsettiğim "komşunun beş yaşındaki kızı" var ya işte o yanımdaydı...
anlamasa bile görüntünün cazibesine kapılıp benimle beraber izliyor...
neyse o sırada bi teşekkür etme sahnesi vardı (7.bölüm) Türkçe altyazısı henüz çıkmadığı için İngilizce altyazıyla idare ediyordum...
teşekkür sahnesi öyle ayak üstü bir sahneydi ama bizim kız bana dönüp
"teşekkür etti, değil mi?" dedi.bir an şaşırdım.
"nerden anladın?"dedim
"nerden anladığımı bilmiyorum ama anladım işte" dedi.

bu kız "küfes" kelimesinin mucidi evet :D
 neyse sahneler devam ederken bir sahnede arkadaşlar birbirinden ayrılıyordu
"güle güle demedi, değil mi?" diye sordu....
hadi şimdi naparsın?? gerçekten de vedalaşmadılar...normalde hep "görüşürüz" tarzı şeyler söylerler bu dramalarda bilen bilir...




pek zeki bir çocuk da değildir hani....az evvel söylediğin şeyi hemen unutur...bu zekasıyla bile beni şaşırtabildiğine göre...yanılıyor da olabilirim....

ps: az önce üç noktaları koyarken bizim kedi hapşırdı...
"çok yaşa Karamel!!" :D

26 Temmuz 2011 Salı

düğün :)

zor ve yorucu bir serüvenden sonra...


bu gülümsemeyi görmek benim için çok dinlendirici oldu...

20 Temmuz 2011 Çarşamba

küfes??

evet ben de ilk duyduğumda bu ney ya? dedim.nasıl bi kelime bu?
bunu karşı komşunun beş yaşındaki kızı, bizim kedilerin taşıma kafesini gördükten sonra icat etti..."kedi küfesi" diyerek.
öyle güzel bir kelime ki yani sözlüğe geçse yeridir.
neden mi? inceleyelim.
"kafes"
"kümes" ve hatta
"küvez" kelimelerini anımsatıyor beş yaşındaki biri telaffuz ederken...
ne olduğunu anlamak için tekrar tekrar sordum çocuğa:
"ne dedin ablacım?"
"küfes"
"küvez mi?" >>iç düşüncem şu oldu>>" lan şimdinin çocukları beş yaşında küvezi bile biliyor yaa aşmışlar abi!!"

biraz sonra tekrar sordum:
"bi daha de bakayım"
"küfes"
"kü-fes mi?"
"evet off yaaa"

bana o kadar mantıklı geldi ki dediğim gibi kafes, kümes ve küvezi içinde barındıran bir kelime :D
^^

18 Temmuz 2011 Pazartesi

içinden çıkamadığım durumlar!!! taihen desu!! demek istiyorum...(my personally troubles)

efenim acayip bi dizi avcısıyımdır.
özellikle bu sıralar Kore dizileriyle sarhoşum...
ve Japon animeleri....



şu an izlemekte olduğum dizilerin listesi:
1-lie to me(Korean)
2-city hunter(Korean)
3-still marry me(Korean)
4-Tokujo kabachi(Japan)
5-the geratest love(Korean)
6-heartstrings(Korean)
7-working(Japan anime)

evet hatırladıklarım bunlar acaba başka ne vardı?? manyak oldum resmen :D
bu arada kendi çevirdiğim dizi de var UNUBORE DEKA


 bunlar da bazı kareler :))
evet terapiye ihtiyacım var ve bu benim kendimi kontrol edebilme şeklim...ilginç değil mi?
her neyse bunları izlerken eğleniyorum ve dünyayı unutuyorum...
iyi bir şey mi? sanmam...
kötü bir şey mi? olabilir...
anneme kalsa tamamen zararlı...benim içinse afyon kıymetinde :D 
ama okul başlamadan hemen çeki düzen vermeliyim...

sıcaaaaaaaaaaakkkkkk

Allah'ım bu nasıl bir sıcaktır yaa....
ablamın düğün hazırlıkları için bugün dışarı çıktık, off!! aman nasıl bir sıcakmış gardaşım yaa :)
baş ağrıtan bir sıcak....işin yoksa evde otur daha iyi ya...valla
ben de epeydir dışarı çıkmıyorum evde kukumav kuşu gibi oturuyorum bu fırsatı değerlendirip çarşıda ne varmış bi görelim dedim ama işte...


aynen resimdeki gibi bi istekle yanıp tutuştum hala da hatırladıkça acayip bi şekilde kafamı suya gömmek istiyorum...

valla gün boyu yatacaksın abi bu sıcaklarda serin serin evinde...şu düğün geçeydi bi hayırlısıyla...

17 Temmuz 2011 Pazar

öylesine

pazartesi ilk saatler...
bugün çok boş bir gün oldu benim için...
sabah bahsettiğim gibi evi toparla falan derken...ne adam akıllı toparlandı ne bir şey!! hıh!!
neyse efenim işte dizi izleyemedim, kitap okuyamadım, sadece livemocha da bir bölüm ders çalıştım...
bazı blogları okudum özellikle çok eğlendiğim bloglar oldu :D neyse bi ara bahsedeceğim hepsinden.
çeviri de yapmadım. sadece akşam yemeğini hazırlamış oldum...halihazırda tüm bu" iş yapmadan iş yapıyormuş gibi yapma" durumu dengemi feci bozdu. ekrana bakmaktan gözlerim bir garip oldu üstelik...
neyse bi de bunun üstüne dünden beri JYJ nin Jeju adasını dünyanın yeni 7 harikasından biri yapabilmek için verecekleri konserden çıkarıldıklarını duymak... gerçekten de tahammül edilemezdi....
hele de Jejung un yazdığı wasurenaide şarkısının Japon ajans avex tarafından satılması iki gündür twitterı ve cassiopeia olarak tüm alilemizi derinden sinire boğdu!!!
siz JYJ yi konsere çıkarmayın sırf sm entertainment yüzünden!!! oldu canım Jejung un da tweetinde dediği gibi kendi ülkesinin doğal güzelliğini tanıtmak için fırsat vermezseniz O da kendisi yapar tanıtımı!!
heyttt aslanım senin arkanda dağ gibi fanların var !!
ve Jejung un sayesinde dünyanın dört bir yanındaki fanlar profil resimlerini JEJU adasının resimleriyle donattılar...
bütün resimler yeşil ve mavi bu yüzden kimin kim olduğunu seçemiyorum. :D






bunlar sadece belli kesitler ama bu bir kaç fotoğraftan bile ne kadar güzel bir yer olduğunu anlayabilirsin!!
ahhh umarım 7 harikadan biri olur ve Kore de turizm patlaması yaşanır ve ziyaret edilmesi kolay bir ülke olur :D

ps:resimler alıntıdır.

pazar-balıklar-çeyiz

dün sabah dört buçuk sularına doğru yattıktan sonra, bu sabah -evet benim için sabah- 12 sularında uyandırıldım.
bana kalsa gündüzün bir kısmını daha uykuma feda eder ve gececi tabir ettiğimiz net gençliğine katılabilirdim.
neyse bir telaş aklıma iki gün önce tatile çıkan komşunun akvaryumu geldi :)
daha önce de giderken bana emanet ettikleri balıkları yaklaşık 15-16 saattir aç olmalıydılar. bir hışım yüzümü falan yıkayıp kopturdum.
aaa o da ne daha dün berrak olan su bugün kahverengiye dönmüş.... bi de akvaryumda 6 yavru balina,5 prenses ve bir de çöpçü tabir edilen vatoz balığı var. yani eğer başlarına bir şey gelecek olsa acayip benim halim :)
baktım akvaryumu temizleyen motor da çalışmıyor. neden dün farketmedim acaba? hepsi ölecekti. neyse motordan anlamam zaten.hemen kardeşimi yardıma çağırdım Allah'tan motora kaçan yemi çıkarınca çalıştı da ben de rahat nefes aldım...
blogu kullanmayı yeni öğrendiğim için hemen pc min başına koştum.eğlenceli iş ne de olsa...
ama haftaya düğünü olan ablamın bohçaları ütülenecekmiş...onlar da çeyizi sandığa, sandığı odaya...falan yerleştirdikleri için ütü işi  "gelinin bacısı" vasfıyla bana düştü.
düğün yapmak çok masraflı iş...benim açımdan bile ki annemle babamı düşünemiyorum. bana kalsa çeyiz falan gereksiz şeyler ama Türk ananesinde önemli yeri var.
neyse işte telaşımız var anlayacağın...
pazar günü herkese tatili ifade etmez ne de olsa...mesela bugün evi baştan aşağı temizlemek lazım....

yaşasın çamaşır suyu !!!:D

ps: az önce fişe kablo takmak için kalktığımda, belimde "Shakira kemeri" denilen, çın çın çın ses çıkaran kemerin olduğunu farkettim :)) bir şey atlamışım :)) ütü yaparken kardeşim kına gecesi müziklerini ayarlıyordu ve o sırada belime bu kemeri takarak her Türk kızı gibi ütüye anlam kazandırmaya çalışıyordum.heheheh sonrasında kemer belimde pc başındayım :))
                                                                            kashi bildirdi :)Kayseri/Turkey :)

16 Temmuz 2011 Cumartesi

hahaha :D

bilenler bilir bilmeyenler için spoiler uyarısı yapayım baştan...
still marry me adlı Kore dizisini izliyorum az önce 8.bölümü bitirdim.
sonunda beklemediğim ve çok saçma bir şey oldu yakışıklı aktör Kim Bum saçlarını beyaza boyamış halde karşımıza çıktı!!
hehheeehheee
bu kadar saçma bir şey olamaz dedim ve gülmekten kırıldım... :D
işte öncesi ve sonrasıyla Kim Bum :))



saçları gümüş rengine dönünce Emrah bakışları da takınmış :D
ahhh Kim Bum seni böyle de mi görecektim ? :D

ilk intiba :)

herkese selam o vakit...
bu blogu kendim için açıyorum arkadaş ya böyle bir şeye ihtiyacım vardı :)
ama takipçim olursa daha mükemmel olur, sonuçta insan başkalarına kendini anlatmak ve anlaşılmak isteyen bir varlık :)
hafif ipuçları...
Kesinlikle görmek istediğim yerler: Japonya, G.Kore, Arabistan, Dubai...
Sevdiğim şeyler: G.Kore ve Japon dizileri izleyerek ömür tüketmek, kitap ve müzik gibi herkesin sevdiği olağan şeyler :) şu iki şeyi atlamayalım; uyumak ve yemek yemek :))


hayatım hayallerimin üzerine kurulu...o yüzden an be an değişen bir iç dünyam, çelişkili bir yaşam tarzım var...
çalışmaktan nefret eden ama çalışmak zorunda olan biriyim :))


bugünlerde en sevdiğim şarkı ve her zaman için en sevdiğim dağılmış grup :))
iyi eğlenceler....