10 Ekim 2011 Pazartesi

eczacı

bu eczacı adayının mesleki değerlendirmelerini okuyun ve "diplomalı bakkal" hangi badirelerden geçiyormuş görün...

efenim beni bu çetrefilli yola ne sürükledi tam olarak bilemiyorum...
belki ilk tercih ettiğim yıllarda kazanç...
ya da çalışma ortamı rahatlığı...
ama gel gelelim seneler geçtikçe zaten hafif olan ilgimi de kaybediverdim...çok değerli(!) hocalarım öpüyorum sizi....
her neyse...
bu konuya değinmemin bir nedeni de bugünkü "ilaç araştırma ve geliştirme" seçmeli dersimdi...
bi profesör ancak insanı mesleğiyle ilgili bu kadar karamsarlığa sürükleyebilirdi, sağolsun elinden geleni ardına koymadı...
neden mi?
son zamanlarda eczacılık alan açısından gelişmeye başladı, şöyle ki eczane eczacısı, hastane eczacısı ve endüstri eczacısı...bi de klinik eczacılık var ama henüz ülkemizde tam olarak gelişmiş ve yaygın değil...


ve yine son zamanlarda eczacılık fakültelerinin sayısı arttı, tabi ki kontenjanlar da paralel şekilde artış gösterdi.
mesela bizim dönemden önce 80 kişi olan kontenjan benim dönemimde 120 ye çıkarıldı ve bu sadece benim fakülteme has bir durum değildi.böylelikle potansiyel iş imkanları sınırlandırılmış oldu.(devletin ilacı markete indirme fikrini saymıyorum bile)


ayrıca eczane açanların kazancı ve açacakların da yer şansı azalmış oldu.
hastane eczacılığı devlet sektöründe olursa elbette kpss ile girilebilen ve an itibariyle-ki bu bize hocanın söylediği şey- açık alan olmayan bir tercih...
hocanın dediğine göre ilk defa bir devirde eczacılar işsiz kalmış. ne kadar içaçıcı bir durum...


benim gibi "zaten mezun olunca eczane açsam nasıl dört duvar arasında çalışırım senelerce?" diye düşünen ve hala sonunda ne yapacağına karar vermemiş birisi için ne kadar yol gösterici oldu tahmin edersin....

endüstri eczacılığı denen şey de tahmin ettiğin gibi ilaç fabrikalarında ruhsat sorumluluğu veya üst düzey yönetici tarzı bir şeyler...mesul müdürlüğü....
ama bunun için de yüksek lisans yapmak şartmış yoksa yükselme imkanı yokmuş....
ve efendim hocaya kalırsa ciddi olarak düşünmeden doktoraya da başlamamalıymışız...çok zorlanırmışız....


biz 5 sene okuyarak güya avrupa standartlarında mezun oluyoruz ve doktoraya yüksek lisans yapmadan başlamak yasal hakkımız ama 5 sene boyunca ne öğrendik ki yeterli olalım???(onca bitkisel içerik, kimyasal formül, anatomik ve latince bilgi... her biri 3'er saat süren işkence gibi laboratuvarlar vs tabiki boşa gitmiş!!)
hocaya göre yeterli de olamıyormuşuz ve ona gelen doktora öğrencileri önce yüksek lisans yapmak istiyormuş.....



tamam da hoca biz ne yapalım şimdi??? 4.sınıfız artık dönüşü de yok yani....
tüm hayatımı geleceği olmayan bir mesleğe mi adadım??? ya da her neyse...

eğer hocayı dinlesem Japonya'ya gitme fikrinden de vazgeçmeliymişim....
nasıl bir eğitmen acaba insanı hayallerinden vazgeçmeye teşvik edebilir???

nasıl bi okulda okuduğumu anladın mı??? çok karamsarım bu konuda....


şimdilik kararım şu: "kafanın dikine git!!" sadece öğrenmek için kafa yoracağım zevk almaya çalışacağım....


insan mesleğiyle eşini iyi seçmeli ya işte bu yüzden....ikisi de bir ömür seninle olacak....

7 Ekim 2011 Cuma

kimim ben?

hayalkırıklıklarıyla dolu seneler...
bitmiş arkadaşlıklar...
menfaate dayalı ilişkiler
bitmek bilmeyen sıkıcı ve karmaşık dersler...
her kafadan bir ses...
verdiğim tepkileri, hayat tarzımı, insani vasıflarımı ölçüyorum biçiyorum,
yıllardır tanıdığımı sandığım kendimi tanıyamıyorum...
geriye kafamda sorular ve diz boyu umutsuzlukla ben yalnız kalıyorum...
ve bu durum hayatımdaki en sıkıcı nokta...
kurduğum her hayalin aslında sadece kendimi oyalamak için olduğunu anlıyorum...
gerçekleşmeyeceğini, gerçekleştirecek zamanımın ve gücümün olmadığını farkediyorum...
kendi iç dünyamı sırtlanıyorum ve yuvarlanıyorum yokuş aşağı...
bir çizgi...
yaşamla ölüm arası...
bir çizgi...
hayal ve gerçek
bir çizgi...
delilikle akıllılık...
bir çizgi...
cennet ve cehennem...



ben nerdeyim? bilmem...

3 Ekim 2011 Pazartesi

~amaçsızlaşmak~

bazen durup dururken beni bir karamsarlık sarar...hiç nedensiz demiyorum tabi...
sevdiğim birinin sıkıntısı bile bana yük olur zaman zaman...
umutsuzluğa kapılırım böyle anlarda...
bugün de böyle duygularım zihnime firar etmişti.
okuduğum okuldan dolayı ve bazı "aslında dert etmeye değmez" türünden ufak,hafif, günlük huzursuzluklar birden bire çaya gelmiş gibi bir baskınla gelince, ortalığı toplamadan kapıyı açmak zorunda kalıyorum.sonra da kıyıdan köşeden bulduğum fikir ve bunalım parçalarını daha sonra katlamak üzere dolaba tepiştiriyorum.
bu dağınık çamaşırlarım zaman zaman dolabın kapağından taşarak, kahvenin ateşi söndürmesi gibi tüm umutlarımı söndürüyor.
tabi benim yaşımda birinin toparlanması uzun sürmez...en azından farklı alanlarda pek çok şeye ilgim var.
ama o umutsuzluk anlarında ağlamak istiyorum yapamıyorum.bazen kendi gözyaşlarım bile bana ihanet ediyor....
neden burdayım diyorum...annemi babamı özlüyorum.
hatta dizi izlemek bile beni kesmiyor.o kolleksiyonunu yaptığım aşırı hd dizileri bile gözüm görmez oluyor.
"yalan dünyaa herşey bomboş hancı sarhoş yolcu sarhoş" modunda bi müddet gezinip etrafımdakilere
"çok sıkıldım aman nasıl bunaldım...çok sinirliyim içim daraldı..." deyip onları da benimle beraber zihnimin karanlığına çekmek istiyorum.
bazen de anlaşılmak istiyorum insanlar tarafından...sadece bakışımla...ama ben anlıyor muyum bakışlardan ki??
sadece annemin sinirli bakışlarından anlarım ben :D
herşeyi Yaradan sana bi amaç vermiş...bu sene burda olman yeni biriyle tanışacağın içindir belki...
o kişi hayatını değiştirecek kişi olabilir....
avunuyorum avutuyorum kendimi...
dış etkenlere bağlı ruhsal yaşantıma yol çiziyorum...
iki gün sonra hadiii yelkenler fora!!! savruluyorum bi daha :)